25 Mart 2013 Pazartesi

Ben Sanal Bir Oyuncuyum


"Hayat da Bir Oyun mudur?" Felsefesi üzerine Düşünceler:

Bazen şöyle bir söylemle karşılaşırız. "Ya sen geçen bana şöyle demiştin, yoksa rüyamda mı gördüm ben onu, gerçekten mi söylemiştin?Ya sanki gerçek gibiydi"...  Rüyalar nedir? Beynimizin bizlere birer oyunu değil mi? Peki ya hayat, versiyon 4.0 bir rüya ise? 

Gerçekle hayali karıştırma noktasını çoğu kez yaşarız. Ben hayatımızın son derece mükemmel birer simulasyon/oyun olduğuna ve gördüğümüz her şeyin beyin dediğimiz mükemmel işlemcimiz sayesinde ve tabi başka mükemmel 5 duyusal donanımlarla görüp, duyup, dokunup tadabildiğimiz, bir oyun konsolu olduğunu düşünüyorum. Hayat aslında acı-tatlı bir oyundan ibaret. Ha önemli olansa bu oyunu nasıl oynadığın çünkü bir kez game over var ve bu oyunda başkalarını gerçekten ezebilirsin de, mutlu da edebilirsin. Herşey düzenli bir matematiğe dayalı, yani "etki=tepki" ya da "eden bulur", "çıkan enerji, bir gün gelir sana döner" misali. Benim gibi düşünüyorsanız, ya da üzerinizde biraz etki bırakacaksa bu yazım, eti kemiğe aldanıp deli saçması bunlar olmaz demeyeceğinizi umuyorum, esas şeyler madde dünyasında olmuyor. Aslında biz yokuz, kaşık da yok, ama aslında yediğini sandığın yemeğin tadı bir tecrübe, sevdiğin insana o yemekten yapıp, yemesini  ve mutlu olmasını sağlayabilirsin ya da içine zehir koyup, programının "the end" olması da oyunun kuralı ve  yazılımın kodunda var.  Hastalıkların nereyese tamamı hayatın akışı içindeki kendi enerjimizdeki bozuklukların insan suretimize yansımasıymış. Deneylerle ispat olundu ki, üşüdüğünü sanan bir insan donarak ölme belirtileri gösterebiliyor. Ne yapıyorsak düşünce boyutunda yapıyoruz zaten.

21. yüzyıla girerken bakın oyunlar/simulasyonlar ne kadar gerçekçi olmaya başladı. Aşağıdaki videolar 2012-13 yılları arasında bilgisayarlarla yaratılmış örnekler ve şimdilik ekrana bağımlıyız ama gelecekte incecik lenslerle oyunu karşındaymış gibi hissettirecek, eldivenlerle dokunma hissini verecek ya da daha da ileride, beyine gönderilen elektrik dalgalarıyla canınızın yandığını, kokuyu aldığınızı sanabileceksiniz. Al sana oyun içinde oyun. Peki bu kadar gerçekçiliğe yaklaştığımız gün, hayatın maddesel gerçekliğini sorgulamayak mıyız? Öyle bir koku gerçekten var mı? Siz o kokuyu almak için gerçekten orada mısınız? Gerçekten yaşadığımız bu hayatın, düşündüğümüz anlamda gerçekliği var mı? Elle tutuyor ya da, gerçekten görüyor muyuz? 

Kuantum teorilerini merak etmiş ve araştırmış olanlar bilir ki, aslında maddenin süper konumu dışında yeri, yapısı, şekli, rengi hep bir muamma. (Bu arada ben fizikçi değilim, kuantumun derinliklerini de henüz o kadar iyi bilmiyorum, sadece tasavvuf ehlinin söylemiş olduğu şeyleri, bilimin de söyler olmasını anlayabildiğim kadarını hayranlıkla izleyen biriyim. "Elektronlar bir an varlar bir an yoklar, yokken neredeler?" diyor Dr. Allen Wolf. (Doktor Kuantum). Madde dünyası kuralları bunlar, aslında hiç mi hiç önemi yok şu an kafa yorduğum felsefe açısından. "Dünya malı dünyada kalır" sözü sizce de "Oyunda kazandıkların oyunda kalır" sözüyle bağdaşmıyor mu? Ne var işte teknolojisi henüz taklit edilemeyecek düzeyde mükemmel bir tasarım işte hayat ! Mükemmel ekran kartı, eşsiz oyun dinamikleri, algoritmaları, senaryosu (hatta oynadıkça senaryosuyla bile etkileşime geçip, bazı yerlerini senin yazabileceğin kadar kullanıcı dostu vs vs, ha bir de çoklu oyunculu tabi. Hepimiz sanal oyuncularız dersem kızmayın. 

Aslında şuna varmak istiyorum: Amacım ne oyunları övmek ya da yermek;  ne de varlığımızı yok saymak. Hayatınızın programlanmış ya da en azından gidişatını sizin programlayabileceğiniz birer oyun olduğunu, bizlerin sadece etten kemikten avatarlar olmadığımızı düşünüyorum.(Yani hayat "read only" bir dosya değil. Kader zannımca, bir oranda yön verebileceğin bir oyun senaryosu) Hani eski tip oyunlarda senin için sınırlanmış alan dışına çıkmak istersen, görünmez bir duvara toslar ve olduğun yerde koşarsın ya ! Öyle değil, bir nebze yeni oyunlardaki "dynamic map", ve neden mi sonsuz, Mine Craftdaki gibi belki keşfettikçe senin için render edilen bir sonsuzluğa sahip !

Evet biraz Matrix kokuyor sözlerim ama, önemli olan özümüzün sadece birer data (veri) olduğu. "Ne varlığa yerinirim, ne yokluğa sevinirim" demiş Yunus Emre. Hani bazılarına sözüm, görmediğim şeye inamam diyorlar ya, gözle gördüğüm sen misin, gerçek seni görüyor muyum acaba? Sevgi de gözle görülmez, hadi şeklini şemalini göster ! Sevgi, manasıyla var, maddesi yok ki !  Senden öte gerçek olan tek şey var: Niyet, senin niyetin. Senin var olma sebebin, varlığının "Mâna", sı anlamı.... Sen o mânâyı gerçekleştiriyorsun tasavvuf inancına göre. Etten kemikten gördüğüm gerçek sen misin ki? Ama senin niyetini gerçekleştiren şey bu kılıf, bu vücut niyetine araç işte. Sen vücudunla önüme gelmesen de, hayat simulasyonunda ard niyetine toslama ihtimalim var. Beni hiç tanımasan da iyi dileklerini göndermeyi de seçebilirsin, o adres bilir.

"Neyiz biz peki?" diye kafanız çok karışmasın. Benim karışmıyor. Neysek neyiz, bugün konu bu değil. Belki ileride satın aldığım bir programla beni hergün başka bir kişi görünümünde, bir ağaç olarak bile görebileceksin. İşte o yüzden aslında ağaç da sensin, ağaç kakan da. İkisi arasında bir fark yok niyet mertebesinde. Ama içindeki o her neyse odur esas görmen gereken. Onu da saklayanlara sahtekar ya da yalancı deniyor. Bir şeyin maddesel bir yanı olmadığına da inanbilirsen, insan aslında her yerde olabilir, zaten hiç bir yerdeyiz ya. Böyle olunca mekansızlık kavramının varlığını anlamak da zor değil. Hiçlik kavramı da o kadar uzaklaşmıyor öyle fizana falan. Bilmek demiyorum, mekansızlığın nasıl bir şey olduğunu tecrübe edemeden "bilme eylemine" geçemem ama bana saçma gelmiyor işte. Zaman da öyle, o da göreceli değil mi?  

Çok sevdiğim ve hürmet ettiğim bir islam düşünürü, bir kitabında şöyle diyordu: "Biz bir aynanın yansımasının kırık parçalarıyız." Aslında o tek olan şeyden ruha üflenmiş, yeryüzüne (madde alemine) yansımış milyarlarca mana parçacıkları. Düşünen, bilen, bilinen canlılar arasında (ve yine bildiğimiz kadarıyla) muhakeme etme, seçme şansı olan tek yaratık insan. (İnsan sıfatını zaten ben, et kısmından kullanmam hiç, özündeki manadır benim için insan. Belki birer enerjiyiz vs... Gerçekten önemi yok bu seviyede kafa yormanın şimdilik. Oyun oynarken (birer yazılımcı ya da oyun tasarımcısı değilseniz) oynamayı bırakıp, "bu nasıl çalışıyor" diye oyunu bırakır mısınız? Ya da halı sahada bir futbol topunun yuvarlaklığı üzerine felsefe yapacağına, "ter tamak için ordasın," tadını çıkarsana. Felsenin bir zamanı da var, zaten siz de hala bu satırdaysanız, bu moddasınızdır benim gibi. (Bu arada buraya kadar okuyabilenleri anlayabilmem için şifre: "kaşık", facebook'a yorum olarak yazın, kim benim gibi kaçık bileyim :)   Ya da, ben bir besteciyim. Her dinlediğim müziği analiz etmeye kalksaydım, müzikten tat alır mıydım? Analiz etmenin de, zevk alarak dinlemenin de zamanı var. Takılmayın yaşayın işte hayatı... .İşte benim gibi hayatı maddesel anlamda hem ciddiye almayın, madde bağımlısı olmayın, hem madde dünyasına veda günü geldiğinde herşeyin biteceğini sanmayın, hem de bu oyunu en güzel en eğlenceli haliyle, sevgiyle, çocuksu oynayışlarla yaşayın, oynayın. Sen kimsin diye bana sorarsanız da, oyunu "doğru kurallarıyla" oynamaya gayret eden, acısıyla tatlısıyla zevk alarak oynayan, sevdiğim insanlara, arkadaşlarıma ve öğrencilerime iyi örnek olmaya çalışan ve bu simulasyonda güzel bir yerim olduğu için, yaratıcıya şükreden bir oyuncuyum. 

 Siz de lütfen oyununuzu iyi oynayın ve oynamanın tadını çıkarın. İyi eğlenceler :)

Emily ile tanışın. O bir bilgisayar animasyonu !



Doğa Yürüyüşleri Cry Engine 4 (Crysis 4)


GTA 4 Newyork da Araba Kullanın


Lens Öncesi Geçiş Teknolojisi (Play Station 4)

Gelecek öngörüsü yapan, kadın erkek ilişkilerini üzerine kısa bir Film

Teknolojik lensler Google ile gerçekten yolda (Aslında Cornea tabakamız da bir lens bu arada )



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder