24 Ağustos 2011 Çarşamba

Bulutlar Üstünden, Dalgalar Altına… (Eski yazılarımdan)



Gökyüzü. Pamuk bulutlarını aşağıdan seyrettiğimiz, çocukluğumuzdaki “Heidi” nin o bulutlar üstünden, Peter’e el salladığı anları imrenerek hatırladığımız bir hayal alemi. Evet bizim için şimdilik hayal ve bir gün kendi kullandığımız bir uçan nesneyle, o bulutların üstünü görmeden bu hep hayal olarak kalacak da ve biz bunu sanal olarak tatmin etmeye devam edeceğiz. Bir de gökyüzünün yerdeki mavisi var. Derin Mavi. O da en az gökler kadar ilgimi çeken bir mekan. Onu daha çok tanımak için daha fazla bekleyemedim, keşke daha önce tanışsaymışım…

Aslında çocukluğumdan beri paletlerim, deniz maskem ve şnorkelim hiç eksik olmadı denize her girişimde. Yüzmeyi değil, dalmayı severdim hep. Denizin üstünde durmak değil, altında olmak beni çekerdi, o sessizlikte, kayaların arasında, balıklar gibi dolaşmaya çalışarak. O zamanlar sadece 10-15 sn. kalmayı başarabilirdim bu güzellikler arasında, hava alıp yeniden dalmaya çalışarak. Şimdi kısmetmiş su altında 40-50 dk. kalabilmek. Sonra düşündüm bu zevki tattıktan sonra, uçmaktan güzel mi diye, bence hayır ama ondan apayrı, harika bir duygu. Ortak yönlerini düşündüm var mı diye. Sanırım var, her iki duyguyu da tadan arkadaşlarım belki bana katılırlar. Bir kere ikisi de insan doğasınına bir tepki sanki, ya da tepki değil de aşma çabası. İnsan ne göklerde, ne de derinlerde asılı kalabilir doğasına göre ama sahip olduğu zeka sayesinde iki ortamda da olmayı başarıyor. Sonucunda bu iki değişik ortamın da tadını ayrı ayrı almak mümkünleşiyor bizler için. (Gelecekte uzay yürüyüşleri de katılacak nasıl olsa)


Sahip olduğumuz ağırlık hissinden kurtulmak sanırım çoğumuzun rüyası. E yaşı ne olursa olsun fazla kilolardan kurtulmaya çabalayanlarınız yok mu hiç? :) Şaka bir yana uçtuğumuz zaman da bu hafifliği elde etmek mümkün, daldığımızda da.(Tabi G etkisini hesaba katmıyorum) Mesela dalış grubu “Uçan Balık” ta tanıdığım iki arkadaş, aynı zamanda yamaç paraşütçüsü. Onlar da uçmayı dalmaya değişmiyorlar, ama gördüm ki yine de 30 Ağustos’ta benimle beraber Kaş’taydılar, beraber daldık. Demek ki ille de kıyaslamak gerekmiyor zira ikisi de gerçekten farklı zevkler. Paraşütte de uçarken son derece hafif ve özgürsünüz, rüzgarla süzülürken. Sadece siz, benliğiniz ve rüzgar sesi. Dalışta da öyle biraz. Yine son derece hafif ve özgürsünüz ve yine sadece siz ve kabarcıkların sesi. (Hadi daha da abartayım: Dalanlar bilir, bir de eşitleme yaparken kulaklarınızda duyduğunuz tiz müzik sesi…) Abartılar bir kenara, ben kendimi hakikaten uçar gibi hissediyorum kayalıkların üstünden. Bakıyorum önümde bir kayalık yükseliyor, derin bir nefes dolduruyorum ciğerlerime aynı flapların görevini yapıyorlar sanki ve bakıyorum yüksek kayaları yalayarak yükselmişim. Sonrasında bakıyorum tepeyi aşmışız ve daha diplerde yerde parıldayan bir şey, bu kez tüm nefesi boşalt, bakıyorum dalışa geçmişim. Sonra bir ara bakıyorum budy’min (dalıştaki ikili) gülümsemesi ile kendime geliyorum, ellerimi iki yana açmışım meğer, süzülüyormuşum uçak gibi...

Hele Kaş’ta dalanlar Kanyonu bilir. 2m.lik derinlikte bir süre gittikten sonra, birden ayaklarınızın altında hiç bir şeyin kalmadığı keskin bir uçurum. Bakıyorum dibi görünmüyor. Dalış lideri göz kırpıp dalış işareti veriyor. Atıyorum kendimi 52 metre derinliğe, aynen aşağılara süzülüp, uçar gibi. Tabi yeni dalıcı olduğumuz için 20 metreden burnu kaldırmamız gerekiyor, gerisine ancak advance’ler inebiliyor. O da yakında inşallah. Sonra o sessizliğin huzuru hiç bir yerde yok. Kabarcıklar da sanki anılarınızın sayfalarını çevirme sesi. Tüm sıkıntılarımı, düşüncelerimi bir bir, o baloncuklarla yüzeye bıraktığımı hissettim ki, dalış sonrası korkunç bir huzur kapladı her seferinde içimi.

Şimdi yavaş yavaş gökyüzü beni çekiyor kendine, bu his su altında böyleyse, göklerde kim bilir nasıldır diye…En kısa zamanda sıra yamaç paraşütünde. Ordaki ortam için de söylenen, sessizlik rüzgar sesi ve sen…Ve bu kez sanırım uçma hissini ne sanal alemde uçuş simulasyonlarında, ne de sualtında arayış olacak, çünkü işte ta kendisi beni bekliyor…

Ağustos 2002 Kaş